HALI SAHA FUTBOLU
GİRİŞ
Beden ve Terbiyeci Prof. Dr. İsmail Kerpiç |
Burada, futbol ile halı saha futbolunun arasındaki farklar
üzerinden, bir halı saha futbolu incelemesi yapmaya çalışacağız. Savunma
mantalitesi, duvar pası, forvetle doğrudan ilişki, bireysel hazlar ve
tatminsizlikler gibi önemli hususları ayrı ayrı başlıklar halinde ve bilimsel
bir bakışla ele alacağız.
GERÇEK FUTBOL VS HALI SAHA FUTBOLU
Gerçek futbol dediğimiz profesyonel futbol, sıra sıra
savunma hatlarıyla, en sonda cengâver bir kale bekçisiyle berkitilmiş bir
kaleye gol atmak üzere kurgulanmış bir takım oyunudur. Aynı şey rakip için de
geçerlidir. Bu doğrultuda, kimi savunma ağırlıklı, kimi hücum ağırlıklı
becerilerle donanmış 11’er kişi bir görev paylaşımı yaparak bir yandan
kalelerini korumaya, bir yandan da öbür kaleye gol atmaya çalışırlar.
Halı saha da, uzaktan bakıldığında, bu oyunun küçültülmüş
hali gibi görünür. Saha ve kaleler daha küçüktür, 11 yerine 7 ya da 8 kişi
vardır ve kurallar aşağı yukarı aynıdır. Heyhat, yakından bakınca, hiç de öyle
olmadığını görürsünüz. Halı saha futbolu tamamen ayrı bir mantıkla donanmış,
bambaşka bir oyundur. Yapılan “iş” değil, işi “kim”in yaptığı önemlidir ve
tamamen bunun üstüne kurulu bir duygusal-psikolojik atmosferde icra edilir. Bir
müsabaka bittiğinde, futbolcuların yüzlerindeki ifadeye bakarak, sadece gol
atamayanların yenildiğini, diğerlerinin hepsinin kazandığını anlarsınız. Bu da
bambaşka bir görev dağılımı gerektirir. Bu dağılım kişisel beceriye göre değil,
sosyal ağırlığa, hegemonik tavırlara, egosal kriterlere göre belirlenebilir.
Dolayısıyla savunma/hücum kurgusu gerçek futboldan farklı olur.
3-5-2 Mİ 4-4-2 Mİ… HALI SAHADA TAKIM KURGUSU
Futbolun aksine, halı sahalarda bir boy standardı olmadığı
için, takımların oyuncu sayısında da bir standart yoktur. Bu sayı, öncelikle
sahaların boylarına göre, ardından da, imkânlara göre belirlenir. Kimi halı
saha grubu çok adamla uğraşırken kimi de bir türlü istediği sayıda adamı bir
araya toplayamaz.
Bu sorunlar ve çelişkiler bir yana bırakıldıktan sonra,
mesele, 6 yahut 7 kişilik takımın sahaya nasıl dizileceğidir. Örneğin yedi
kişilik –kalecisi dahil– bir takımın fiiliyatta sahaya 0-0-6 şeklinde
dizileceği bellidir, ama kâğıt üstünde nasıl olacaktır? Bir kaleci
gerekmektedir, yanı sıra savunma oyuncularına ihtiyaç vardır. Bunlar nerden
bulunacaktır?
Kaleci bulmak zor bir iştir, çoğunlukla mümkün bile
değildir. Bunun sebeplerini ileride göreceğiz. Bazı halı saha işletmeleri,
aracılık ederek, parayla kaleci ayarlama sistemi kurmuşlardır. Aynı zamanda
İnternet üzerinden de bu hizmeti verenler[4]
vardır.
Fakat çoğu zaman bu seçeneklerden daha basit olan, değişmeli
kalecilik sistemi uygulanır, her oyuncu mecburi askerlik hizmeti gibi futbol
ömrünün belirli bir süresini kaleci olarak idrak eder. Askerlik örneğini basit
bir benzerlikten yola çıkarak seçmedik, zira burada da çürüğe ayrılmak veya
bakaya olmak, kaçmak, hatta firar etmek gibi yan yollar mevcuttur ve kullanılır.
KALECİ SENDROMU
Dönüşümlü kalecilik sisteminin temelinde, maç süresinin
oyuncu sayısına bölünerek, herkesin eşit sürede kalecilik yapması vardır. Ancak
bu eşitlik elbette mutlak bir eşitlik değildir. Maçın başında kaleye geçip bir
daha bu konuyu hiç düşünmemekle, heyecanın dorukta olduğu son bölümde geçmek
arasında, ya da tam oyuna ısınmış ve havaya girmişken geçmek zorunda kalmak
arasında azımsanmayacak bir fark vardır. Bu nedenle, ayrıcalığı en meşru yoldan
kazanmak isteyenler, kaleye ilk geçme konusunda ısrarcı olurlar.
Ama bu kadar meşru olmamakla birlikte, bundan daha cazip
seçenekler de yok değildir.
BAKAYA VE KALECİ KAÇAĞI
Kaleye geçme sırasını devamlı devrederek en sona kalma ve
mümkünse unutturma yoluyla, hiç kaleye geçmeden maçı tamamlama yoluna girenlere
bakaya denir. Bakayalar genellikle son çeyrekte yakalanıp kalelerine teslim
edilir. Ancak bazıları emellerinde başarılı olurlar ve hiç kaleye geçmeden maçı
tamamlamayı başarırlar. Bunlar da kaleci kaçağı diye adlandırılırlar.[5]
ÇÜRÜĞE AYRILMAK
Kaleciyi çürüğe çıkartan olsa olsa eliyle ilgili
sakatlıklardır. Sert bir şut, bazen kalecinin parmağını geriye doğru esnetmek
suretiyle can yakar. Daha ciddi durumlar da yaşanabilir elbette; parmak
ezilebilir, kırılabilir… ama can yanması yeterlidir. Hava değişikliği
kurtarmaz, kaleci derhal terhis edilir. Ve bu tarz bir sakatlık fırsatı
çoğunlukla vuku bulduğu maçla sınırlı bırakılmaz, sakatlık anının şahidi de bol
olduğu ve muhatap da o olduğu için, birkaç hafta “beyler yalnız ben kaleye
geçemeyeceğim, ona göre” diyenler, işte bu çürüğe ayrılmak suretiyle, mecburi
hizmetten yırtanlardır.[6]
KISA DÖNEM
Devre biterken kaleye geçip ikinci devreye yine sahada
başlayarak kaleciliğini kısa dönem yapanlar da yok değildir. Böyleleri,
“kaleciliğimi bir an evvel yapayım da bitsin” diye düşünenlerin aculluğundan
faydalanırlar.
ERKEN TERHİS
En arzulanmayanı da erken terhisçilerdir. Bunlar, gayriciddi
tavırlarla üst üste goller yiyerek birinin gelip “hadi çık kaleden” demesini
bekleyen vatan hainleridir. Özünde, takımın kazanabilmesi için kendilerinin
sahada olması gerektiğine inanırlar ve takım arkadaşlarının da böyle
düşündüğünü sanır yahut sanmak isterler. Bu tipler kaleye geçtikleri kısa süre
içinde maç skorunda devalüatif değişimlere sebep oldukları için en sevilmeyenlerdir.[7]
Bütün bu kolay yollar dışında, en masum ve sorumluluk
duygusu taşıyan oyuncular bile, kalecilik konusunda yetersiz kaldıkları için
dönüşümlü kalecilik gerçek futbola uygun bir şey değildir, ama ileride
sayacağımız nedenlerden dolayı, halı saha futbolunun ruhuna fena halde uygundur.
KALECİ ISRARI
Peki neden kaleci olmak isteyen yoktur? Buna basit bir
mantıki izah getirebiliriz: Halı saha futbolu gol atmak için oynanır, o halde
kaleci olup da insan ne yapsın?
Kaleci, bir savunma hattının son unsurudur; bütün cepheler
devrildikten sonra kaleyi koruyan son neferdir. Ancak halı sahada savunma
cepheleri hep birlikte gol arama peşinde olduklarından, kaleci çoğu zaman
üç-dört düşmana karşı tek başınadır. Üstelik, üçe-bir gibi kolay bir golü atmak
kişisel itibara bir şey katmayacağı için genelde böyle pozisyonlarda, bütün maç
boyunca yapılandan fazla pas yapılır, herkes bir yanındakine ikram eder ve
kaleci çaresizce bu yüce gönüllü alışverişi izlemek ve nihayet golü yemek
zorunda kalır (bu pozisyonların kaçma yüzdesi de çok yüksektir aslında, ileride göreceğiz).
Bu kompozisyonda, elbette herkes hücum eden tarafta yer almayı tercih edecektir. Ama oraya ille bir kaleci de iliştirilmesi gerekiyorsa, mesele mecburen geçici tayinle halledilir ve iş, salla başını al maaşını mantığıyla görülür.[8]
Bu kompozisyonda, elbette herkes hücum eden tarafta yer almayı tercih edecektir. Ama oraya ille bir kaleci de iliştirilmesi gerekiyorsa, mesele mecburen geçici tayinle halledilir ve iş, salla başını al maaşını mantığıyla görülür.[8]
SAVUNMA
Savunma, halı saha futbolunda yeri olmayan bir şeydir. Bunun
nedeni, aynı kaleci gibi, savunma oyuncusu diye bir şeyin olmaması yahut çok
nadir olmasıdır. Fakat savunma oyuncusu kaleci gibi özel kurallara tâbi, veyahut
fiziki ayırtaçlara sahip olmadığı için, kâğıt üstünde olup, saha üstünde
olmamayı becerebilir. Yani savunma göreviyle sahaya sürülen, fakat kendisinden
beklenen bölgeye uğramadan maçı bitiren savunma oyuncuları olabilir.
Halı saha futbolcusu sahaya resital sunmak için çıkar, demek
ki bunu yapacak yetenekleri olduğunu düşünmektedir. Yetenekleri olduğunu
düşünen herkes, resital için çıkacağına göre, savunma yapmak, yeteneği
olmadığını düşünenlere kalır. Peki böyle bir kimse var mıdır?
Vardır. Azdır ama vardır. İkiye ayrılırlar: sahiden yeteneksiz
olduğunu düşünüp, sosyal ilişkilerini kollamak için halı sahaya çıkma cesareti
gösterenler ve gizli yeteneğine inanıp, savunma görevini asıl yeteneğini
ıspatlamak için kabul eder görünen takiyeciler[9]
(ki bunlar her şeyi mahvetmekte 1 numaradırlar).
Halı saha savunmacısı, genellikle topçu grubun futbol
muhabbetlerine giremeyen, futboldaki yeteneksizliğinden ziyade, hayattaki
yeteneksizliği nedeniyle geri planda kalan, sosyal ortamlara özenmekle yetinen
insan grubundan çıkar[10].
Bu eksikliğin bir tezahürü olarak kendilerini sahada göstermek ve sevdirmek
arzuları vardır. Fakat maalesef bir halı saha futbolcusuna, savunma
meziyetleriyle kendini sevdirmek mümkün değildir. Onun için bu savunma
oyuncusunun savunma mesaisi de, başlama düdüğünü takiben defnedilir.
Bu oyuncu tipinin kendini göstermek için topla yaptığı
akrobatik hareketler, halı saha futbolunun olmazsa olmazıdır. Top sürmesi dahi
başlı başına bir cambazlık olarak temaşa edilebilir. Ama aynı türde oyuncuların
karşı tarafta da olması elbette böyle oyuncuların da nadiratla birlikte gol
atabilmelerinin vesilesidir ve görülmeye değer anlardır bunlar.
O an, hayatlarının (kaderlerinin) değiştiğini sanırlarsa da
golün ömürlerine öyle bir etkisi olmayacak, yetenekli halı saha topçusunun kuru
bir “bravo”sundan başka bir ödül görmeyeceklerdir. Bu nedenle ilerleyen
yıllarda bu tip futbolcularda bariz bir bıkkınlık haleti ruhiyesi endikedir.
HALI SAHA FUTBOLUNDA GAYE NEDİR?
Halı saha futbolu bir kişisel tatmin oyunudur. Gaye, hem gol
atmak, hem de golün mümkün olduğunca fazla kişi tarafından takdir almasıdır.
Demek ki, takdire şayan gol atmaktır. Böyle bir gol ya yetenek gerektirir, ya
da rakip cephede müdafi yetersizlik gerektirir.
Bu nedenle iyi kaleci ve iyi savunmacı, halı sahada aranan
unsurlar değildir. Hiç olmamaları istenmez ama iyisine de gerek yoktur. Çünkü
bir şutun çekilebilmesi için gevşek bir savunma, o şutun gol olabilmesi için de
kötü bir kaleci gereklidir. Halbuki şutu kaleyi tutan futbolcu (buna “çerçeveyi
bulan” diyoruz), golü hak etmiştir. İki çalım atıp önünü açan futbolcu[11],
topa da iyi vurmuşsa, onu çıkaracak bir kaleci istemez.
GOL GİBİ GOL OLSUN
Hayatta sosyal statü çok önemlidir, insanlar bunu sağlayan
araçlara konsantre olur ve o yolda ilerlemek isterler. Futbol sahasında statü
sağlayan tek araç goldür[12].
O halde gol nasıl olur?
Tercihen, uzun mesafeli ve falsolu bir şutla olur; yahut ipe
dizme tabirinde olduğu gibi, çok kişiyi çalımlayıp atmak da beğenilir.
Onun için, golün çeşitli spektaküler hallerini saymaktansa, belki şöyle özetlemek doğrudur: mümkün olduğunca tek başına yapılan hali makbuldür.
Öte yandan, aranan türde golün, kolektif bir menzili de yok değildir,
ancak bu kolektivite iki kişiyi geçmez. Bunun da iki çeşidi vardır: Birincisi, sıkı
bir orta ve kafa (yahut vole-röveşata); ikili bağları da güçlendirir. İkincisi,
bütün meseleyi şahsen halledip boş kaleye yuvarlama işini arkadaşına
bırakmaktır. Bu da itibarlıdır, ikili arasında eller çarpıştırılarak kutlanır.
Birinci örnekte, golün itibarı eşit paylaşılır, hatta
ortanın uzunluğuna, komplikeliğine göre, asistçinin payı artabilir. Bu da, halı
saha futbolunda kolektiviteyi öldürmek ve ikili ilişkileri güçlendirmek
açısından verimli bir alan meydana getirir. Sağ bek mevkiinden sol arka
direkteki forvet oyuncusuna doğrudan gönderilen falsolu mektuplar, bu tarz bir
piyasa arayışının en belirgin ürünüdür.
Ancak elbette, sağ bekten havalanan mektupların adrese ulaştığı enderdir[13].
Pek çoğunlukla, mektup gerçek hedefin neresi olduğu anlaşılamayacak kadar uzak
bir adrese teslim olur. Öyle ki, gönderen niyeti yanlış anlaşılmasın diye
alıcının adını haykırarak “pardon” anlamında sağ elini havaya kaldırır. Bunu iki
açıdan ele alalım.
PARDON
Halı sahada en sık duyulan kelimedir. Kötü pasın mağdur
olmuş alıcısından dilenen özür, sosyolojik olarak da ilginç bir özürdür. Pası
atanın o pası atamayacağını zaten pası atmaya çalışan kişi dışında herkes
bilir. Sahanın en gerisinden en ilerisine atılan o pas, elbette arada kalan
bütün aktörleri yok sayan, sadece en uçtakiyle ilişki kurmayı deneyen, böylece
golün itibar payından yüklüce bir miktarı zimmetine geçirmeyi hedefleyen, gayet
bencil ve üstelik beceriksiz bir girişimdir (ayrıca forvet olduğuna göre
takımın en itibarlısı ile doğrudan ilişki kurabilme ayrıcalığı da içkindir
–İ.K.).
Ancak özür, oynama hevesi hiçe sayılan bütün takımdan değil, son derece
uyanık bir biçimde sadece teslimattaki hata nedeniyle alıcıdan dilenir. Böylece
niyetteki ihtiyari çarpıklık değil, topun istikametindeki gayri ihtiyari
çarpıklık yargılanır ve beraat garantidir.
TAÇSIZ OYUN
Teslimat hatası için özür dilemek dışında da bu tatsız (ve
yüksek) olasılığa karşı alınabilecek bazı tedbirler mevcuttur. En bilineni, taç
kuralını kaldırmaktır. Böylece gönderici için teslimat alanı hayli genişler,
son derece alakasız bir yönde seyreden paslar dahi tel örgüler vasıtasıyla
alıcının yakınlarına bir yere düşebilir. Bu, uzun pası teşvik edici bir kural
olduğu gibi, “duvar pası”nı ehlileştirmek gibi bir avantaj da sağlar. Böylelikle,
kişisel oyunu çeşitlendirmek açısından son derece verimli bir alan açar. Bir
taşla kaç kuş vurabilirsiniz?
DUVAR PASI (VER-KAÇ)
Futbolda estetik açıdan da ayrı bir yeri olan duvar pası
maalesef iki kişi gerektirir, yani kolektif bir anlayış icbar eder. Dolayısıyla
halı sahada yeri yoktur.
Halı sahada duvar pası girişimiyle topu arkadaşına atıp boş
alana koşan futbolcu, çoğunlukla vardığı noktada topla buluşmak yerine, topu
attığı arkadaşının itişe kakışa şut pozisyonuna girmeye çalışmasını ve topu
kaptırmasını izlemek durumunda kalır.[14]
Gerçek futbolda üç, belki dört pas öncesi öngörülmüş kurgulu hücumlar
mümkünken, halı sahada top ayağına gelen her futbolcu kendi planını baştan
yaptığı için çelişkili bir durum ortaya çıkar. Tek tek her oyuncuda yıkılan bir
oyun planı nedeniyle sahada homurtu eksik olmaz.
Tel örgüler buna da çaredir. Topu alan oyuncu, sahada altı
tane top bekleyen arkadaşı varken, verirse bir daha haber alma şansı
olamayacağı için topu onlara değil, tel örgülere atarak yapar duvar pasını.
Duvar itaatkârdır, pası aldığı açıyla geri verir, ama bazen yapısındaki
yamukluk nedeniyle topu absorbe eder ve süratini düşürüp tellerin önünde bir
sıkışma oluşmasına meydan verir. Bir yandan tellere tutunup sıkışan topu
tekmeleyen iki üç tipleme de, halı saha futbolunun simgesel fotoğraflarından
biridir.
TOP KAPTIRMA
Halı saha futbolu kolay bir oyundur diye yazmıştık, bunu
şöyle açabiliriz:
Amaç gol atmaktır, bu amacı engelleyici unsurlar izah etmeye
çalıştığımız gibi, son derece gevşektir, çoğu zaman yok seviyesindedir. İşi
zorlaştıran, yardım kabul etmeme zihniyetidir.
Hücuma kalkan bir takım, nihayetinde topu tek kişi
kullanacak olsa da, bütün unsurlarıyla ileri çıkar; belki top gelir ümidi, halı
saha topçusunu her daim sahada tutan yegâne ama fuzuli bir umuttur. Ekseriyetle
böyle de olur. Takım bir bütün olarak ileri çıktığında, topu götürme işini
üstlenen kişi, gidebildiği yere kadar kendi götürmeye çalışır, gidemediği yerde
de topu kaptırır.
Cengâverâne bir koşuyla götürmeye çalıştığı topu
kaptırdığında üstüne ani bir durgunluk çöker, ellerini beline koyup yere
bakarak kendi etrafında döner ve ağır adımlarla dönüş yoluna çıkıp olacakları
izlemeye başlar. Bir yandan da, içinde kendi olmayan birtakım unsurlara, belki
dış mihraklara veryansın etmektedir...
Bu esnada olacaklar da aşağı yukarı şöyledir: Topu kapan
taraf, golü atmaya hevesli 4-5 oyuncusuyla, ileri çıkamamış tek savunma
oyuncusu ve biçare kalecinin üstüne doğru gider. Top elbette, topu kapan
oyuncudadır ve tek savunma oyuncusu da gayri ihtiyari ona doğru hareketlenir.
Sahanın öbür yanında, yani savunma tarafından kimsenin olmadığı yanında, birkaç
futbolcu aniden gelen bir enerjiyle rakip kaleye doğru harekete geçmiş, top
gelirse ne yapacağının hayallerini kurmaya başlamıştır.
İşte böyle akınlarda, topu taşıyan oyuncunun topu o tek
savunma oyuncusuna kaptırdığı nadir değildir – hatta belki bir halı saha
kanunudur ve bir savunma oyuncusunun yegâne zafer imkânıdır.
Kaptırmamayı başaranlar da, evvelki bölümlerde andığımız
karizmatik golün peşinde, tercihlerini mesafeli bir şuttan, yahut kale
çizgisine kadar inmekten yana kullanırlar. Çok yardımlaşmacı olanlar en
uzaktaki arkadaşa falsolu bir orta da kesebilirler[15].
Şutu az farkla dışarı gidenler yahut kaleciye estetik bir
kurtarış yapma imkânı verenler, hele direkte patlatanlar çok doğru bir şey
yapmış gibi “nasıl kaçtı be!” bakışı atarken muhakkak incelenmelidir: İki el
iki yanakta, ağız yarı açık, gözlerde ıslak bir mutluluk ifadesiyle, tek tek
bütün takım arkadaşlarının gözünde bir takdir ifadesi ararlar… lakin çoğu zaman
bulamazlar.
Daha önce gördüğümüz gibi, o tek savunma oyuncusunun da olmadığı durumlarda, yani pasa lüzum olmayan ender durumlarda, muhtemelen gol enflasyonunu önlemek gizli gayesiyle pas devreye sokulur ve gol yüzdesi düşürülür...
Kısaca, bu bölümde, golün nasıl kıymetlendiğini de görmüş olduk. Gol çok kolay olabilecek, dolayısıyla kıymeti düşecekken, halı saha futbolcusunun gizli eli piyasayı düzenler ve gol de o değerli nesne özelliğini korur.
Daha önce gördüğümüz gibi, o tek savunma oyuncusunun da olmadığı durumlarda, yani pasa lüzum olmayan ender durumlarda, muhtemelen gol enflasyonunu önlemek gizli gayesiyle pas devreye sokulur ve gol yüzdesi düşürülür...
Kısaca, bu bölümde, golün nasıl kıymetlendiğini de görmüş olduk. Gol çok kolay olabilecek, dolayısıyla kıymeti düşecekken, halı saha futbolcusunun gizli eli piyasayı düzenler ve gol de o değerli nesne özelliğini korur.
TOPÇU NAMUSU
Halı saha topçusunun namus ölçütlerinden biri, geriye
oynamamaktır. Çünkü bu, işi fazlasıyla basitleştirir ve tadını kaçırır. Çeşitli
vesilelerle temas ettiğimiz gibi, gerçek futbolda esasen, rakip takımdan top
kapmaya dayalı bir anlayış mevcutken, halı sahada top kapma mücadelesi en önce
takım arkadaşlarına karşı verilir. Elbette rakiple de bir mücadele yok değildir.
Dolayısıyla top son derece kıymetlidir ve onu ele geçiren oyuncu asla ve kat’a
bir geri pasıyla tatmin olamaz; dünya tarihine geçecek bir gol yaratmanın
piyango biletidir o, hiçbir suretle çöpe atamaz.
Bu nedenledir ki, örneğin savunmada baskı yiyen futbolcu,
yediği baskı nedeniyle sahanın çeşitli yerlerinde bir tenhalık olması gerektiği
mantıki sonucunu çıkarıp topu oralara atabilecek, gerideki yüzü dönük
arkadaşlarına pas atmak gibi delilik belirtileri göstermez. Baskı yapanlara
karşı bir iki çalım girişimiyle topu kaptırıp; gol olmamasını rakibin kendi
kendine çıkaracağı zorluklara bağlamayı tercih eder[16].
Gol olursa da olur, en nihayetinde, bir “pardon” meseleyi halledecektir.
SONUÇ
Halı saha futbolunu, akrabası gibi göründüğü gerçek futbolun
kolektif mantığından uzaklaştıran temel neden, bir hedef birliği olmamasıdır.
Takımdaki oyuncu sayısı kadar hedef olunca, esas rekabetin takım içine kaydığı,
dolayısıyla kavgaların çoğunlukla rakip takımla değil, takım arkadaşlarıyla
yaşandığı, ama yine de gollerin ve galibiyetin bir takım olarak kutlandığı
garip bir oluşum çıkar ortaya.
Evet, kazanan takımda olmak bir memnuniyet duygusu yaratır
ama, hangi takımda olduğu fark etmeksizin, sadece gol atanlar, karılarının
yanına muzaffer bir edayla dönme ayrıcalığını yaşarlar.
Gerçek futbolda hedef birliğini sağlayan ve oyuncuların bireysel tercihlerinin takım faydasını zedelediği durumları cezalandırma yöntemiyle yönetme yetkisi olan bir komutan vardır: Teknik direktör. İki takım arasındaki adaleti sağlamak için bir “hakem” söz konusuysa, bir takımın içindeki adaleti de teknik direktör sağlar; bireysel tercihlerin dozunu ve dengesini ayarlar.
Halı sahada teknik direktör yoktur, bazen bu role soyunan
oyuncular olabilir. Bu tip oyuncuları maç esnasında sürekli konuşmalarından ve
herkese ne yapacağını söylemelerinden ayırt edebiliriz. Takım duygusunu
artırmak ve bireysel çıkıntılıkları engellemek gibi bir göreve soyunduklarını
düşünürler.[17] Ama
çoklukla bu şahısların diğer oyuncuların egolarını kendi egolarına biat
ettirmeye çalıştıkları vâkidir. Bunu gizleyemeyenler oralarda pek barınamazlar.
Kimi oluşumlarda doğadan gelen bir itibarları vardır ve bu halleriyle kabul
görürler, yahut idare edilirler. Kimi oluşumlarda ise bu role kendi
inisiyatifleriyle soyunanlar sonunda sağlam bir dayak yemek suretiyle
normalleşmek zorunda kalırlar.
[1] Kocamal,
Aykut, Bahçemdeki Cüceler, Radikal,
2002.
[2] Cröyf
Yohan, Sigaramın Dumanları Arasından,
Holokrotus, 1976.
[3] Lineker,
Gary, Arka Direk Vecizleri, Altı
Kırkaltı, 1987, s. 163.
[4] http://forum.donanimhaber.com/m_62029730/tm.htm
[5] Belge,
Cihan, Standart Bacak Sapması,
İletişim Yay., 2003, s. 56.
[6] Gürpes,
Gökhan, Otorite Arayışı ve Baba Figürü,
Ayrıksı Yay., 1998, s. 234.
[7] Absent,
Samir, Délégation de la fugitivité,
Gallimard, 1987.
[8]
Çetinkale, Doğhan, Eldivenlerimin Ardında,
Def Yayınları, 2001, s.67.
[9] Akpınar,
Erkan ve Alasya, Erman, Gittim Dönemem,
Bek Yayınları, 2012, s. 45.
[10] Dümen,
Hardal, Sınıfların Fakirliği, Bireyin
Zenginliği, Ayrıntı, 1986.
[11] Deyişi
Kıvanç Kolçak’tan aldım (İ.K.).
[12] Van
Abras, Husnu, Futbolda Burun Ekonomisi ve
Kobiler, Alafranga Kitaplık, 2002.
[13]
Angelheart, Muchteba, Irony of fast break,
Settlers, Illinois, 2002.
[14] Abbott,
Bowder, Take me to your heart, Milos,
2003.
[15] Pilgrimson,
Ottman, Barriers ahead of short thinking, Pinguin, 2001.
[16]
Aypardon, Fuat, Toplu Hücum Derkenki Top
Bildiğimiz Top mu? Kayıkhane, 1993, c. IV, s. 1321.
[17] Belge,
Cihan, A.g.e., 2003, s. 59-61.
1 yorum:
Bu kıymetli yazıları ciltletip bi tarbzonlu eliyle maçta fenerlilere atmak lazım... ki boşa gitmesinler...
Yorum Gönder